Aporia
| Sanatçı Adı | Ömer Eken |
|---|---|
| Eser Adı | Aporia |
| Teknik / Malzeme | Tuval üzerine yağlı boya |
| Ölçü | 170 x 140 cm |
| Üretim Tarihi | 2025 |
| Tema / Seri | |
| Edisyon / İmza / Damga Bilgisi | |
| Eser Kodu | |
| Fiyat | WhatsApp ile Sor |
Kavramsal Çerçeve
Sanatçının üretim pratiği, yaşamın çok katmanlı dokusunda var olan karşıtlıkların gerilimiyle beslenir. Bu karşıtlıklar, kimi zaman absürt ile kesişen, kimi zaman da trajik olanın kıyısında dolaşan imgeler aracılığıyla görünür hâle gelir. Sanatçının dili; bireyin gündelik hayatta karşı karşıya kaldığı görünmez baskıların, toplumsal normların ve iktidar ilişkilerinin yarattığı çatışmaların içinden doğar.
Yapıtlarında, birey ile toplum arasındaki kırılgan dengeler; öznenin güç kazandıkça otoriterleşen eğilimleri ve bu iktidarın kurduğu algı mekanizmaları sorgulanır. Sanatçı bu süreçte yalnızca politik ya da sosyal bağlamlarla sınırlı kalmaz; aynı zamanda doğa, ekoloji ve varoluş meselelerini de merkezine alır. İnsanın doğadan kopuşu, köksüzleşmesi ve aidiyet arayışındaki sancıları; ekolojik yıkımın yankılarıyla birleşerek kolektif bir hafızaya işaret eder. Patriyarkal düzenin kadın ve doğa üzerindeki tahakkümü, sanatçının simgesel dilinde sürekli yeniden üretilen bir yara olarak kendini gösterir.
Bu yaraların görünür kılınması, sanatçının kullandığı imgelerle güçlenir. Çatlaklardan, boşluklardan ve yıkıntılardan doğan yeni anlamlar, izleyiciyi hem bireysel hem de kolektif belleğin derinliklerine doğru çağırır. Sanatçı; gündelik hayatta sıradan görünen nesneleri, doğaya ait fragmanları ya da kırılgan sembolleri yeniden kurgulayarak görünmez olanı görünür kılmaya, bastırılmış olanı gün yüzüne çıkarmaya yönelir.
Sonuçta, sanatçının üretimleri yalnızca bir estetik arayış değil, aynı zamanda bir varoluş sorgulamasıdır. Yapıtları, izleyiciye hem kendisiyle hem de içinde yaşadığı toplumsal ve ekolojik sistemlerle yüzleşme olanağı sunar. Bu yüzleşme, kimi zaman acı verici; kimi zamansa umutlu bir yenilenme çağrısıdır.
Sembollerin Açıklamaları
Yumurta: Potansiyel, doğum, yeni bir başlangıç. Kırılgan ama aynı zamanda yaşamın özü.
Kırık yumurta: Boşa çıkan umutlar, kayıp, dönüşemeyen potansiyel; yarım kalmışlık ve yitirilen bütünlük.
Gül: Güzellik ve aşk; aynı zamanda incinebilirlik. Dikenleriyle birlikte ikili bir sembol: hem çekicilik hem de tehlike.
Gül yaprağı: Geçicilik, fanilik, zamanın izleri. Düşen bir yaprak, aynı zamanda solgun bir hafızadır.
Gün batımı: Bir dönemin sonu, kayboluş, melankoli; bitişin şiirselliği.
Gün doğumu: Yeniden doğuş, umut, aydınlık bir başlangıç; döngüselliğin ve sürekliliğin sembolü.
Manzara: Dış dünyayı gözlemlemek kadar, insanın içsel panoramasının da yansıması. Baktığımız kadar kendi içimizi de görürüz.
Gökyüzü boşluğu: Sonsuzluk, bilinmezlik, özgürlük ama aynı zamanda boşluk duygusu; hem umut hem de hiçlik barındırır.
Uğur böceği: Masumiyetin ve çocukça umutların simgesi. Dileklerin yarım kalması, gerçekleşmemiş hayallerin acısı.
Ölmüş ağaç: Yaşamın tükenişi, ekolojik yıkım, kayıp. Köklerin kuruması, aidiyetin sarsılışıdır.
Çöl: Yalnızlık, kuraklık, üretimsizlik; insanlığın doğayı tüketmesinin radikal bir metaforu.
Kuru toprak: Bereketin kaybı, yaşamın kırılganlığı; umutsuzlukla iç içe geçmiş bir gerçeklik.
Fareler: Görmezden gelinen, bastırılan, karanlık yanlarımız. Aynı zamanda ekosistemin dirençli ama “istenmeyen” varlıkları.
Kuşlar: Özgürlük, hafiflik, göç ve yolculuk; umudun simgesi.








